Sınai Mülkiyet Hakkı İhlali Nedeniyle Açılan Davalarda Arabuluculuk Şartı

 

1- Marka – Tasarım – Patent İhlali Nedeniyle Açılan Davalarda Arabuluculuk Dava Şartı

Memlekette hukuki istikrar ve belirliliğin her geçen gün daha da sarsıldığı herkesin malumudur. Bunun son örneği ise “zorunlu arabuluculuk” kurumunun hak arama özgürlüğü üzerinde yarattığı usul maliyetidir. Hala daha yerel mahkemeler ve Bölge Adliye mahkemeleri menfi tespit davaları bakımından zorunlu arabuluculuk var diye davanın reddine karar veriyor. Bu ülkede Yargıtay kararlarını sadece Avukatlar mı takip ediyor? Bin tane karar verildi menfi tespitler arabuluculuğa tabi değildir diye[1]. Hala neden zorlama yorumlarla hak arama hürriyetinin önüne geçiliyor? Arabuluculuk kurumunun varlığının tartışılması bu yazının konusu değil ise de bu kurumu da tartışmak icap eder. Bu yazının konusu “sınai mülkiyet haklarına yönelik tecavüzün tespit ve men’i ile tazminat taleplerine ilişkin” davalarda arabuluculuk şartının uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin güncel ve değişmekte olduğuna inandığımız Yargıtay görüşünün incelenmesi ile bu kadar basit bir konuda bile nasıl bu kadar istikrarsız tutum sergilenebildiğinin tartışılmasıdır.

2- Marka İhlali – Tasarım İhlali – Patent İhlali Nedeniyle Açılan Davalarda Zorunlu Arabuluculuk Dava Şartına Yönelik Yargıtay Kararlarının Evrimi

Konuyla ilgili Yargıtay kararlarını tarih sırası ile paylaşmakta fayda vardır:

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 10.06.2020 tarihli, 2019/4851 E. - 2020/2732 K. sayılı kararına konu davada, “marka hakkına istinaden unvan terkini, markaya tecavüzün tespiti, men'i, buna bağlı olarak da maddi ve manevi tazminat istemlerine” ilişkindir. Yerel mahkeme arabuluculuk dava şartı yokluğundan davayı usulden reddetmiş, Bölge Adliye Mahkemesi de aynı görüşü savunarak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Yargıtay kapsamlı, tartışmalı, çeşitli değerlendirmeleri bir arada içeren aşağıdaki kararı vererek bu davaların ZORUNLU ARABULUCULUK KAPSAMINDA OLMADIĞINA HÜKMETMİŞTİR.

“Somut olayda, 6100 sayılı HMK’nın 110. maddesiyle düzenleme altına alınan “davaların yığılması” durumu söz konusu olup, uyuşmazlık, marka hakkına dayalı olarak unvan terkini, markaya tecavüzün tespiti, meni ve tecavüz nedeniyle maddi ve manevi tazminat davalarını içermektedir. Konusu bir miktar paranın ödenmesi olan tazminat istemlerine ilişkin davalar arabuluculuğa tabi ise de, unvan terkinine, markaya tecavüzün tespiti ve menine ilişkin davalar, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan bir alacak ya da tazminat davası olmadığından arabuluculuğa tabi değildir. Bu durumda, arabuluculuğa tabi olmayan bir dava ile birlikte açılan tahsil davası da arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağından aksi yöndeki mahkeme gerekçesi isabetli görülmemiştir. Bu itibarla, işin esasına girilerek, taraf iddia ve savunmalarının değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ...” (OYBİRLİĞİ)

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 04.11.2020 tarihli, 2019/3611 E.  - 2020/4734 K. sayılı kararına konu davada; “Somut olayda davacı taraf, bir nispi ticari dava olarak, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında, maddi ve manevi tazminat talepleri yanında, eser sahipliğinin tespiti, tecavüzün ortadan kaldırılması (ref’i) taleplerini bir arada ileri sürdüğünden, bu nitelikteki davaların bir bütün olarak ve işin esasına girilerek mahkemece çözüme kavuşturulması gerektiği halde, İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlığın zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine, bölge adliye mahkemesince de aynı gerekçeyle davacı tarafın istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi doğru olmamış ve hükmün bu nedenle davacı taraf yararına bozulması gerekmiştir.” (OYBİRLİĞİ)

Bu iki karardan bir ay sonra Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 09.12.2020 tarihli, 2020/933 E. - 2020/5776 K. sayılı kararına konu davada karşı oy kullanılmış ve tazminat isteminin arabuluculuğa tabii olduğu ifade edilmiştir. Dava “davacı yanın İstanbul ilinin illüstrasyon çalışmalarına yönelik eserlerinin davalı tarafından herhangi bir akdi ilişki olmaksızın kullanıldığı iddiasına dayalı olarak haksız rekabetin tespiti, tecavüzün ortadan kaldırılması (ref’i), maddi ve manevi tazminat istemine” ilişkindir. Yerel mahkeme arabuluculuk dava şartı yokluğundan davayı usulden reddetmiş, Bölge Adliye Mahkemesi de aynı görüşü savunarak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Yargıtay yine kapsamlı, teferruatlı ve çeşitli değerlendirmeleri bir arada içeren değerlendirmelerinin ardında aşağıdaki kararı vererek bu davaların ZORUNLU ARABULUCULUK KAPSAMINDA OLMADIĞINA HÜKMETMİŞTİR. (Bu karar oy çokluğu ile alınmış olup buradaki karşı oyun, bir önceki (yukarıda) kararda kendini göstermemiş olması, karşı oyu kullanan hakimin görüş değişikliğine gittiği anlamı taşımaktadır. Karşı oy okuyucular için değerli bir görüş sunabilir[2].)

Kararda oyçokluğu ile de olsa açıkça ifade edildiği üzere; “Bu bağlamda aynı kanun ile 6102 sayılı TTK’nın 5/A maddesi ile getirilen düzenlemede, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması bir dava şartı olarak kabul edilmiştir. Davanın konusunun birden fazla olması ve bunlardan bir kısmının bir miktar para alacağına, bir kısmının ise miktara tabi olmaması halinde, yani HMK 110. maddesi anlamında bir dava yığılması ve talepler arasında da HMK 166. maddesi anlamında bağlantı bulunması halinde, uyuşmazlığın ne şekilde çözümleneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamakta ise de, Anayasamız uyarınca, uyuşmazlığın çözümünde asıl olanın mahkeme yargısı olduğu dikkate alındığında, aralarında bağlantı bulunan ve miktara tabi olan ve olmayan talepleri bir arada içeren, talep yığılmasının söz konusu olduğu davaların arabuluculuğa tabi olmaksızın mahkemece çözüme kavuşturulması gerekir.

Somut olayda davacı taraf, bir nispi ticari dava olarak, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında, maddi ve manevi tazminat talepleri yanında, haksız rekabet oluşturan fiilin tespiti ve tecavüzün ortadan kaldırılması (ref’i) taleplerini bir arada ileri sürdüğünden, bu nitelikteki davaların bir bütün olarak ve işin esasına girilerek mahkemece çözüme kavuşturulması gerektiği halde, İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlığın zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine, Bölge Adliye Mahkemesince de aynı gerekçeyle davalı vekilinin istinaf talebinin usulden reddine karar verilmesi doğru olmamış ve hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.”

3- Yargıtay’ın Konuyla İlgili Son Kararlarının İncelenmesi

Yazının bu bölümünde 2022 tarihli yeni kararlar uyarınca 01.03.2023 tarihi itibariyle güncelleme yapmak gerekliliği hissettik. Yazının ilk yayınlandığı tarihte, 15.03.2021 tarihli ve o dönem yeni sayılacak bir karara atıf yapılarak artık yığılma içerir davaların da arabuluculuğa tabii olabileceği, zira bu hususu içerir bir yerel mahkeme kararının bozma sebebi yapılmamasının dikkat çekici olduğu açıklanmıştı. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 15.03.2021 tarihli, 2021/1546 E. - 2021/2428 K. sayılı kararına konu dava, “markaya yapılan yapılan tecavüzün tespiti, müdahalenin meni ile maddi ve manevi tazminat” talebine ilişkindir. Yerel mahkemece dava “zorunlu arabuluculuk dava şartı” yokluğundan usulden reddedilmiştir. Karar davacı tarafından istinaf ve temyiz edilmemiştir. Davalı tarafın vekalet ücreti yönünden bölge adliye mahkemesine başvurusu kabul edilmiş, karar yine davalı vekilince vekalet ücreti yönünden temyiz edilmiştir, Yargıtay kararı onamış, kamu düzeninden olan “arabuluculuk yokluğundan ret kararını” görmezden gelmiştir. (Karardaki muhalefet şerhi[3]  için bakınız.)

Güncelleme sonrasında ise bu görüşümüz Yargıtay tarafından haksız çıkarılmış, yığılma içerir davaların arabuluculuğa tabii olmadığı yönündeki görüş OYÇOKLUĞU ile de olsa istikrarlı bir şekilde (01.03.2023 tarihi itibariyle, şimdilik) devam ettirilmiştir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.06.2022 tarihli, 2021/7144 E. - 2022/5039 K. sayılı kararı ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 13.06.2022 tarihli, 2021/1101 E. - 2022/4798 K. sayılık kararı)

Sonuç Olarak

Görüldüğü üzere Yargıtay, yığılma içerir davalarda birtakım talepler arabuluculuk kapsamında değilse, arabuluculuk kapsamında olan taleplerin de zorunlu arabuluculuğa tabii olmadığı yönündeki görüşünü OYÇOKLUĞU ile devam ettirmektedir. Karşı oy yazısında belirtilen görüşün öğretideki baskın görüş olduğunu ifade etmekte fayda vardır. 

Daha fazla bilgi, marka davaları, marka tescili ve marka danışmanlığı için Whatsapp hattımızdan veya mail yoluyla bizimle hemen iletişime geçebilirsiniz. 12.11.2021

 

[1] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 28.09.2021 tarihli, 2020/4471 E. - 2021/5774 K. sayılı kararı: “Madde metni herhangi bir tereddüde ve yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde açık yazılmıştır. TTK'ya bu maddenin eklenmesini sağlayan 7155 sayılı Kanun'un genel gerekçesinin bu konuyla ilgili kısmı ve madde için özel olarak yazılan gerekçe de bu açık anlamı desteklemektedir. Hal böyle iken, menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK' nın 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan da Yasa Koyucu' nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle ticari nitelikteki menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı hususu dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken Bölge Adliye Mahkemesi tarafından, İlk Derece Mahkemesince bu hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu nazara alınmaksızın istinaf başvurunun esastan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

[2] “Sayın çoğunluğunda kabulü, davacının taleplerinden maddi ve manevi tazminat talepleri 6102 sayılı TTK 5/A maddesinde düzenlenen zorunlu arabulucuya tabi olmakla birlikte HMK 110 maddesinde düzenlenen davaların yığılması ve HMK 166 maddesinde düzenlenen davaların birleştirilmesi şartlarının, uyuşmazlıkta gerçekleşmesi nedeniyle maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden artık 6102 sayılı Yasa'nın 5/A maddesi hükümlerinin uygulanmayacağı yönündedir.

Oysa, uyuşmazlıkta maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden, 6102 sayılı Yasa'nın 110. maddesinde düzenlenen davaların yığılması sözkonusu değildir.

Zira madde metninde de açıkça vurgulandığı üzere, taleplerin tamamı aynı yargı çeşidi içinde yer almamaktadır, maddi ve manevi tazminat talepleri "zorunlu arabulucuğa tabi iken, diğer asli talepler yönünden mahkemede dava açılması yolu sözkonusudur. Davacının maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden HMK 110 maddesindeki koşul gerçekleşmediğinden bu talepler için davaların yığılmasından söz edilmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan, maddi ve manevi tazminat davasının görüleceği zorunlu arabulucu ile, diğer asli taleplerin görüleceği Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi HMK 166/1 maddesi anlamında "aynı düzey ve sıfatta hukuk mahkemesi" niteliğinde bulunmadıklarından Davaların Birleştirilmesi yolu ile birlikte görülmesi de mümkün bulunmamaktadır.

Bu halde, davacı taleplerinden maddi ve manevi tazminat yönünden HMK110 ve HMK 166/1 maddesinde öngörülen koşullar bulunmadığından bu davalar yönünden uyuşmazlık zorunlu arabuluculuğa tabi olup Bölge Adliye Mahkemesinin kararında hukuka aykırılık yoktur.

Ancak, maddi ve manevi tazminat dışındaki davacı talepleri, 6102 sayılı Yasa'nın 5/a maddesi kapsamında bulunmadığından bu talep yönünden Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi görevli olup İlk Derece Mahkemesince bu davalar yönünden HMK 167 maddesi gereğince tefrik kararı verilerek yargılamaya devam edilmesi gerekirken yazılı şekilde bu talep yönünden de maddi ve manevi tazminat davası gibi zorunlu arabuluculuğa tabi olduğu gerekçesiyle davanın tümden usulden reddine karar verilmesi isabetli olmamıştır.

Sonuç olarak, maddi ve manevi tazminat taleplerinin zorunluğu arabulucuya tabi olması nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının bu talepler yönünden onanması, gerekirken 6325 sayılı Yasa ile 6102 sayılı Yasa'nın 5/A maddesi açık hükümlerine aykırı şekilde istinaf mahkemesi kararının maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden de bozulmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.”

[3] “Bu husus istinaf ve temyiz’e getirilmemekle birlikte, kamu düzeninden olan dava şartlarının bulunup, bulunmadığı hususunu HMK m. 355’in 2. cümlesi ile getirilen hüküm uyarınca bölge adliye mahkemeleri, HMK m. 369/1 ve m. 371/1-b hükümleri uyarınca da Yargıtay resen gözetmek durumundadır.”

Ecenur Tuncel Uyanık

Av. Ecenur Tuncel Uyanık

Yazar, İzmir Barosu'na kayıtlı Avukat olup, aynı zamanda Türk Patent ve Marka Kurumu'na kayıtlı yetkili Marka Vekilidir. Marka Hukuku alanında çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.